30 Aralık 2018 Pazar

AMPİRİZM

Bilginin tek kaynağının deney olduğunu ileri süren öğreti… Bu öğreti bilginin sadece duyumlardan geldiğini ve deney dışında hiçbir yoldan bilgi edinilemeyeceğini savunur. Bilginin duyumlara dayandığı savı, ustan ve doğuştan bilgi olmadığı anlamını içerir. Ampirizm, duyumdan ayrı bilgi prensipleri olarak aksiyomların, akli prensiplerin, doğuştan fikirlerin ve kategorilerin varlığını inkar eder. Dolayısıyla bütün bilgimizin dayandığı esasların duyulabilir tecrübenin eseri ve mahsulü olduğunu ileri sürer. Önsel (apriori) olan hiçbir şeyi kabul etmez. Ampirizm, insanın doğuştan bir takım bilgi esasları olduğunu iddia eden idealizm ve rasyonalizmin karşısındadır. Ampirizme göre akıl, mantıki bir role sahiptir, yani olaylardan değil, müşahedelerden elde edilen önermeleri, tutarlı bir sistem halinde tanzim etmek rolüne sahiptir. Ampirizm, şu önemli yanılgıları taşır: diyalektikten yoksun olduğu için tek yanlıdır, bilgi sürecinde deneyin rolünü metafizik bir tutumla saltıklaştırır. İkinci olarak ve bundan ötürü bilgi sürecinde düşüncenin rolünü küçümser. Üçüncü olarak ve bundan ötürü bilgi sürecinde düşüncenin göreli bağımsızlığını yadsır. Dördüncü olarak ve bunlardan ötürü de öznel öğrenme sürecini etkin bir süreç olarak değil, edilgin bir süreç olarak görür. Ampirist John Locke doğuştan, önsel, bir bilgi olmadığını tanıtlamak için “boş levha ( tabula rasa) deyimini kullanmıştır. Locke göre insan beyni, doğduğu anda, boş bir levha gibidir. Bu levha, yaşandıkça, duyular yoluyla elde edilen algılarla dolacaktır. Bu yüzdendir ki yeni doğan çocuk hiçbir şey bilmez ve aptalların levhaları ömür boyu boş kalır. Çünkü doğuştan bilgi yoktur. Bilgi, ancak duyularla elde edilebilir. Kendisine sözü edilmeyen bir şeyi kendiliğinden bilen bir tek kişi gösterilemez. Anadan doğma körde renk bilgisi yoktur, çünkü rengi algılayamamaktadır.

ALİENATİON veya YABANCILAŞMA

İnsanın çevresinden, işinden, emeğinin ürününden ya da benliğinden uzaklaşma ya da ayrılma duygusunu dile getiren kavram.Çağdaş yaşamın çözümlenmesinde çok kullanılan bu kavram değişik anlamlara gelir.
1) Güçsüzlük: İnsanın geleceğini kendisinin değil, dış etkenlerin, yazgının, şansın ya da kurumların belirlediğini düşünmesi 2) Anlamsızlık: Herhangi bir alanda etkinliğin kavranabilirlik ya da tutarlı bir anlam taşımadığı ya da genel olarak yaşamın amaçsız olduğu düşüncesi. 3) Kuralsızlık: Toplumca benimsenmiş davranış kuralarına bağlılık duygusunun yokluğu ve dolayısıyla davranış sapmalarının, güvensizliğin, sınırsız bireysel rekabetin yaygınlaşması. 4) Kültürel Yaygınlaşma: Toplumdaki yerleşik değerlerden kopma duygusu. 5) Toplumdan Yalıtlanma: Toplumsal ilişkilerden dışlanma ya da yalnız kalma duygusu. 6) Kendine Yabancılaşma: İnsanın şu ya da bu şekilde kendi gerçekliğini kavrayamaması Terimi en iyi bilinen anlamıyla Karl Marx kullanmıştır. Marx’a göre bu kavram, insansal ürünlerin insanı boyunduruğu altına alan karşıt güçler haline gelmeleri ve bunun sonucu olarak da insanı insan olmayana dönüştürmeleri sürecini dile getirir. Tarihsel süreçte insan , tarihsel ve toplumsal yasaların bilgisini edinip onlara egemen olamamasından ötürü, toplumsal gelişmeyi insansal özünü geliştirici bir biçimde geliştirememiştir. Toplumsal yasaların bilincine varmadan toplumsal gelişmeyi bilinçle ve insanca yönetmek olanaksızdı. Bu bilgisizliğin sonucu olarak, tarihsel süreçte hep kendisine yabancı, eş deyişle insansal olmayan ürünler ortaya koymuştur. Bundan ötürü insan, yarattığı özdeksel ve tinsel dünyasını durmadan zenginleştirdiği halde bizzat kendisini özdeksel ve tinsel olarak durmadan yoksullaştırmıştır. Bunun sonucu olarak insan , bizzat kendi kendisine yabancılaşmış ve insan olmayana dönüşmüştür.

23 Aralık 2018 Pazar

Tanrı Parçacığı mı Dediniz?

Parçacığa adını veren fizikçi Higgs, kendisinin inançlı bir insan olmadığını ve 'terminolojinin böyle yanlış kullanılmasının, bazı insanları gücendirebileceğini düşündüğünü' söylemişti. Gerçekten de konunun Tanrıyla, inanışlarla, dinlerle aslında hiçbir ilişkisi yok.Atom altı parçacıklarda özdeş parçacıklar ikiye ayrılırlar. Bose-Einstein istatistiğine uyanlara bozon, Fermi-Dirac istatistiğine uyanlara fermiyon denir. Satyendra Nath Bose ve Enrico Fermi'den sonra bir başka fizikçi daha kendi ismini bir parçacığa vermeyi başardı.
4 Temmuz günü CERN,  Higgs parçacığının varlığının tespit edildiğini dünyaya duyurdu. CERN, Aralık 2011'de yapılan deneylerin ardından Higgs parçacığının bulunmasına çok yaklaşıldığını belirtmişti.
Bu kez bozonu kesin biçimde tespit ettiklerini duyuran CERN, detaylı istatistiksel ve matematiksel bilgilerin 25 Temmuz'dan itibaren erişilebilir olacağını açıkladı.
Peter Higgs'in buluşu

Aslına bakılırsa daha 1960'ların başında parçacık kuramcıları, eğer kuramları doğruysa doğada sıfır yüke, sıfır spine ve sıfır kütleye sahip bir bozonun var olması gerektiğine ilişkin bir tahminde birleşmişlerdi.
Ancak böyle bir parçacık gerçekten varsa ve diğer maddelerle etkileşim içerisindeyse çoktan belirlenmiş olması gerekirdi. Çıkmazdan -en azından teorik olarak- kurtuluşu 1964 yılında Peter Higgs buldu.
Alan kuramının matematiği içerisindeki bir boşluğun varlığını keşfetti. Higgs mekanizması denen bu boşluk, bu parçacığın sıfıra eşit olmayan bir kütleye sahip olmasına izin veriyor ve böylece Higgs parçacığı ortaya çıkıyordu.
Matematiksel hesaplamalara göre Higgs, yükü ve spini olmayan bir parçacık (spini olmadığı için de bir bozon) ve kütlesi oldukça yüksek olmalıydı.
1970'lerin başında fizikçiler bir adım daha ileri giderek Higgs parçacığı altındaki alanın sadece Higgs parçacığının kütlesini değil, birçok parçacığın kütle yükünü taşıdığı sonucuna vardılar.
Dolayısıyla kurama göre tüm uzayı dolduran Higgs alanının, parçacıklara engel olan ve onlara kütle veren bir çeşit viskozite sağladığı düşünülüyor.
Şimdi gazetelerde çıkan popüler ifadelerle "tüm cisimlere kütlesini veren parçacığın bulunduğu" sansasyonunun kaynağı bu. Oysa bu aşırı basitleştirilmiş bir ifade, çünkü kütle sahibi olan parçacıkların hiçbiri bir diğer parçacıkla aynı kütleye sahip değil ve kütlelerinin ne olması gerektiğini öngören bir kuram da mevcut değil. Standart model kuramı da bu sorulara yanıt olmuyor. Ancak yine de Higgs parçacığının bulunuşunun standart model kuramına kısmen güç vermiş olduğu söylenebilir.
Burada bir parantez açarak evrene hükmeden dört temel kuvvetin var olduğunu hatırlatalım; kütleçekim kuvveti, elektromanyetik kuvvet, yeğin kuvvet ve zayıf kuvvet.
Fizikçiler her zaman doğanın açıklanmasını kolaylaştıracak birleştirmeler peşinde koşmuşlardır. 1960'larda zayıf kuvvetlerle elektromanyetik kuvvetler arasında yapılan bir birleştirme de herkesi memnun etmiş, çok farklı özellikler taşıyan bu iki etkileşimin oluşturulan tek bir "elektro-zayıf" etkileşimde birleştirilmesi birçok konuda kolaylaştırıcı olmuştu.
Ancak bu birleşme kuvvet taşıyıcılarından W ve Z takas parçacıklarının atom altı ölçek açısından çok büyük kütlelere sahip olmaları gerektiğini öngörüyordu.
Kesin sonuçlar açıklandıktan sonra Higgs alanının işte bu W ve Z parçacıklarına kütle veren viskoziteyi verip vermediğinin yanı sıra bu parçacıklarla kütlesiz fotonu birleştirici olup olmadığını göreceğiz.
İşte bu konuda son açıklamayla evreni açıklama açısından standart model bir avantaj sağlamış görünüyor, çünkü Higgs parçacığı kuramdaki eksik tuğla olarak görülüyordu. Şimdi son açıklamaya göre spini olmayan tek temel parçacık da tespit edilmiş oldu. 83 yaşında olan Peter Higgs de muhtemelen Nobel'e layık görülecek.
"Bir türlü bulunamayan Tanrının belası parçacık"

Peki, bu "tanrı parçacığı" saçmalığı da ne?
Bu konuda bir kitap kaleme almış olan parçacık fizikçisi Leon Lederman'dan bize miras kalmış bir ifade bu.
Lederman 1993'de yayınladığı The God Particle: If the Universe is the Answer, What Is the Question? [Tanrı Parçacığı: Yanıt Evrense, Soru Ne?] adlı kitabına başlık olarak rivayete göre Higgs parçacığı bir türlü bulunmadığı için "Tanrının belası (goddamned) parçacık" adını vermek istemiş. Yayıncısı satışları düşünerek bu başlığı "Tanrı parçacığı" olarak değiştirmeyi önermiş. O zamandan beri "Tanrı parçacığı" aşağı, "Tanrı parçacığı" yukarı gidiyor, anlayacağınız.
Oysa parçacığa adını veren fizikçi Higgs, bu takma ismin 'utanç verici' olduğunu, çünkü kendisinin inançlı bir insan olmadığını ve 'terminolojinin böyle yanlış kullanılmasının, bazı insanları gücendirebileceğini düşündüğünü' söylemişti.
Gerçekten de konunun Tanrıyla, insanların inanışlarıyla, örgütlü dinlerle aslında hiçbir ilişkisi yok. Varoluşun sırrına vakıf olmuş, Tanrı'ya yaklaşmış vs. falan da değiliz. Ancak ne yazık ki bilimsel gelişmelerin dinler alanı dâhil, sosyolojiye, felsefeye ve çeşitli alanlara istismar biçiminde taşınması yaşadığımız postmodern zamanlarda oldukça popüler ve çok satan bir tutum.
Popüler medyada da aynı yol izleniyor ve CERN'deki gelişmeler alelacele "Tanrı parçacığı bulundu" biçiminde afişe ediliyor.
İşin kötüsü bu popüler baskıların CERN üzerinde de bir etki yarattığı açık.
Pekâlâ,10 milyar doların üzerinde bir para harcayarak ve deney esansında 2 trilyon derece ısı doğurarak oluşturulmuş CERN deneylerinde atom altı parçacıklarla ilgili son derece önemli birçok keşif fırsatıyla karşı karşıya olmamıza karşın, uzun soluklu ve sabırlı bir veri analiz süreci yerine, finansörlerin çabuk sonuç alma baskısı uygulayarak popüler keşifler yapılması ısrarının CERN'deki bilimcileri de zora soktuğu yorumu yapılabilir.
Matematiksel öngörü kanıtlandı

Aslına bakarsanız küresel kapitalizmin milyarlarca dolar yatırdığı bu deneyi tutsak ettiği "tanrının parmak izlerini bulma" çabası nedeniyle, meselenin magazinleştirilerek Higgs bozonunun bulunmasına sıkıştırılması utanç verici.
Öte yandan akla ters gelmesine rağmen Higgs, çok sayıda fizikçinin bulmak istediği en son parçacık konumundaydı. Çünkü fizik dünyası Büyük Hadron Çarpıştırıcısı LHC'de Higgs'in ortaya çıkacağından zaten oldukça emindi ve esas bu parçacıktan başka hiçbir şey bulunmazsa veya bundan sonra çalışmalara yeterli fon ayrılmaktan vazgeçilirse fizik araştırmaları büyük bir darbe yemiş olacak.
Çünkü deneyde kuramsal olarak Standart Model'in öngördüğü veya öngörmediği birçok yeni parçacığı daha bulma olasılığımız halen oldukça yüksek.
Sonuç olarak ne "evreni inşa eden tuğla", ne "yaradılış meleği" ne de "Tanrı parçacığı" keşfedilmiş, ne de "evrenin en büyük sırrı" çözülmüş oldu. Keşfedilen, varlığı bundan neredeyse 50 yıl önce matematiksel olarak öngörülmüş bir atom-altı parçacık.
Tespit edilmesi standart modelin varsayımları açısından bir önem taşıyordu. Bilim dünyası için de bir ilerlemedir. Buradan idealist felsefi çıkarımlarla yeni bir tanrıcı kampanya yükseltmekse ancak postmodern tüccarların işi olabilir.
Aslına bakılırsa modern bilimlerdeki gelişme ve yeni bulgular, tümüyle karşı yönde, materyalist felsefeyi doğrulayıp güçlendirici çıkarımlara olanak verirken, bu tersine gidiş, sadece hayret değil, öfke de uyandırıcı.
Bu durum bir kez daha modern bilimlerdeki gelişmeler ve yeni bulgulanan olguların doğru bilimsel açıklamasıyla, bu bulguların bilim-felsefe ilişkisi açısından ne anlama geldiğinin açıklanması ve doğru yorumlanmasının, örümcek ağı gibi her yanı saran safsataların açığa çıkartılarak bunların temel dayanaklarının ortadan kaldırılması açısından önem kazandığını* gösteriyor. (BG/HK)

22 Aralık 2018 Cumartesi

BİLİMSEL SOSYALİZM

Marksist sosyalizm… Bilimsel toplumculuk deyimi, Alman düşünürü Karl Marx’ın sosyalizmini ütopyacı ya da düşçü sosyalizmden ayırır. Marx’ın materyalist ve tarihsel diyalektiğine bilimsel adının verilmesi, bu diyalektiğin bilimsel bir yönteme, deney ve gözlemlere dayanması ve bunlarla doğrulanması nedenine dayanır. Karl Marx, toplumsal değişimlerin, doğasal değişimlerde olduğu gibi, belli yasalara bağlı olduğunu göstermiştir. Yasalara bağlılık, bilimselliğin nedenidir. Bilimsel sosyalizm, üstün kişilerin düşünsel tasarımlarına değil, nesnel gerçekliğin belli yasalarına bağlıdır. Bilimsel sosyalizm, Marksizmin ayrılmaz bir parçasıdır ve sosyo-ekonomik yasaların kesin bir zorunluğudur. Bu zorunluk, eskimiş üretim ilişkileriyle gittikçe gelişen üretim güçleri arasındaki uyuşturulamaz karşıtlığın doğurduğu bilimsel bir zorunluktur. BİLİNÇ: (Os. Şuur, İstiş’ar, Zamir, Hatır, İdrâk, İlim, Vukûf, Vicdân, Hissi bâtın, Hissi nefis, Akide, İtikat, İnsâf, Derûn; Fr. Conscience, Al. Bewusstsein, Selbstbewusstsein; İng. Consciousness, İt. Coscienza) İnsanın çevresini ve kendisini anlamasını sağlayan anlıksal süreçlerin toplamı

AGNOSTİSİZM

İnsanın, kendi deneyimleriyle elde ettiği olguların ötesinde hiçbir şeyin varlığını bilemeyeceğini ileri süren öğreti. Agnostisizm hem bir terim , hem de felsefi kavram olarak Thomas Huxley tarafından ortaya atıldı. Huxley agnostik sözcüğünü hem geleneksel Yahudi-Hıristiyan tanrıcılığını, hem de tanrıtanımazlık öğretisini reddederek Tanrının varlığı sorununu ortada bırakan düşünürler için kullandı.

Terim daha sonra geriye götürülerek bütün bilinemezci öğretileri kapsamıştır. Agnostisizm, tarihsel olarak bilimin denetiminden yoksun insan düşüncesinin düştüğü büyük yanılgılara bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. İlk tepkiyi Yunan antikçağ bilgicilerinden duyumcu sofistler vermiştir. Onlara göre bilgi duyuların sonucudur ve duyular dışında bilgi edinemez ve herkes için geçerli bilgi olamaz.

 AHLAK: İnsanların toplum içindeki davranışlarını ve birbirleriyle ilişkilerini düzenlemek amacıyla başvurulan kurallar dizgesi, başka insanların davranışlarını olumlu ya da olumsuz biçimde yargılamakta kullanılan ölçütler bütünü. Tarih boyunca her insan topluluğunda ahlak dizgesi var

olmuştur. Bu dizge toplumdan topluma ve aynı toplum içinde çağdan çağa değişiklik gösterir.

Nesnel ya da toplumsal ahlak, insanın toplumun öteki bireylerine karşı ödevini içerir. Bu kurallar yazılı olmadığı için biçimsel bakımdan hukuktan farklı olmakla birlikte, gene de ahlak ile hukukun örtüştüğü, hatta özdeşleştiği durumları vardır. Toplumsal yaşama egemen olan hukuk kurallarıyla nesnel ahlak arasında sıkı bir bağ vardır.

 Toplumun genel ahlak görüşlerine ve toplumsal vicdana uygun düşmeyen hukuk düzenlemeleri, kendilerinden beklenen toplumsal işlevi yerine getiremeyeceğinden uzun ömürlü olmaz. Ahlak duygusu ise “ahlaki davranışların kaynağı olan duygu” olarak tanımlanabilir.

7 Aralık 2018 Cuma

Metaetik ile sorgulayan sorular

meta-etik isminden de anlaşılacağı gibi etik ile ilgilenen yada etiğin yargılarını tutumlarını kısacası doğasını anlamak için uğraşan etiğin bir dalıdır.


Etik dört daldan meydana gelir.
1) meta etik
2)tasviri etik
3) normatif etik
4) uygulamalı etik
meta etik normatif etiğin sistemini çözümler. Yani meta etik normatif etiğin ilkelerini yargılarını ve normatif etiğin kavramları üzerinde durmaya ve analiz etmeye çalışır. Bu açıdan bakılırsa meta etik ,normatif etiğe karşı eleştirisel yaklaşır. meta-etik; tarihsel, bilimsel, deneyimsel veya normatif yargı gerektiren-ya da ihtiva eden- bir düşünce biçimi olmayıp, ahlaki kavramların anlamını dil ve ahlak ilişkisi içinde analiz eden; analitik bir disiplin türü olan bir etik dalıdır.


Normatif etik ; her hangi bir durumda ne yapmalıyız ? diye sorarken meta etik ise iyilik nedir ? İyi veya kötü neye göre iyi veya kötü olabilir ? gibi sorular sorarak farkını ortaya koyuyorlar.


Bazı teori üreticileri pratik etik teorisinin anlamlı olabilmesi için meta etiğe başvurarak teorisini güçlendirmek ve sağlama almak için meta etiğe ihtiyaç duyuyorlar.


Hangi konuda ne yapacağımıza kadar vermeden önce bu kararı hangi ahlaki ölçüte göre almamız gerektiğini kararlaştırmamız gerekiyor. Aksi halde günlük hayatta önemli olaylar için aldığımız önemli kararlar bile belirli bir mantığa oturtulmamış olacaktır. Meta-etik, bu tarz bir mantığı arar.


Anlaşılacağı üzere meta etik daha çok mantığa göre değil de iyi ve kötü eksenli sorgulamalar ile en iyi etiği ortaya koymaya çalışıyor.


meta etiğin bazı soruları var onlardan bir kaç tanesini sizlere yazmak istiyorum


* Ahlak ilkeleri ve ahlak yargıları ne anlama geliyor ?
* ahlak yargılarının doğası nedir ?
* ahlak yargıları herhangi bir konuda desteklenebilir mi ?
burda soruları çoğaltalım çünkü amacımız zaten sorgulamak ve sorgulatmaktır.
1) ahlak erdem midir ?
2) anti- ahlağın sebebi ahlak mıdır ?
3) ahlağa neden ihtiyaç duyuyoruz ?
4) ahlak sadece insanlara özgü olan bir kavram mıdır ?
5) İyi ahlak ve kötü ahlak arasındaki farkın kriteri nedir ? ( yani x kişisi için ahlaklı olan birşey y kişisi için tersi ise o zaman kriter ne olur?)
6) kültürün ahlak üzerinde etkisi olabilir mi ?
7) ilk insanlarda ilk ahlak nasıl oluştu?
8) evrensel ahlak sistemi oluşturulabilir mi ?




gibi soruları sorarak belki de en iyi etiğe yaklaşmış oluruz. Soruları düşünmeniz tavsiyesi ile


iyi günler...

6 Aralık 2018 Perşembe

Absürdizm haklı olabilir mi ?

absürdizm bir felsefe akımı olmakla beraber evrende bir tanrının olmadığını ve buna bağlı olarak insanın evrende bir anlam bulmasının anlamsız olduğunu , yada boşuna anlam aradığını belirten bir felsefe akımıdır. Absürdizmin kökenleri 19. yüzyıl Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard'a dayanır. Albert Camus'nün Sisifos Söyleni'yi yayınlanmasıyla absürdizmin sınırları belirlenmiş ve tam anlamıyla ortaya çıkmıştır. Bu akım çok köklü olmamakla beraber II. Dünya Savaşı sırasında işgal edilen Fransa'da absürdist (saçma, uyumsuz) görüşler yaygınlık kazanmıştır. Yani duruma bakılırsa Savaşlar zorluklar insanı psikolojik olarak artık hayatın anlamsızlığını daha güçlü kılarak bu akımın yayılmasına sebep olmuştur.
Camus'dan bir yüzyıl önce Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard dünyanın absürtlüğü (usa aykırı olması, saçmalığı) hakkında birçok yazı kaleme almıştır. Günlüklerinde absürt için şöyle der:
"Absürt nedir? Kolayca görülebileceği üzere, ben rasyonel bir varlık olarak mantığım ve amacım doğrultusunda, düşüncelerimin yansıttığı biçimde hareket etmek zorundayımdır: Başka bir şey yaptığımı sanmam da mantığımın ve düşüncelerimin doğrultusunda olur, kısacası başka türlü hareket edemem ve yine hareket etmemin zorunlu olduğu yerdeyimdir... Absürt ya da absürdün erdemiyle hareket etmem inancımın doğrultusunda olur... Hareket etmek zorundayım fakat düşüncelerim yolu kapatıyor ve olasılıklardan birini alarak şöyle diyorum: Yaptığım hareket budur, başka türlü yapamam çünkü buraya düşüncelerimin yansıtmasıyla getirildim."


absürdizm akımı tarih boyunca insanların hayatı anlamlandırmak için çalıştığını ancak bütün bu çabaların boşuna olduğunu ortaya çıkarır. Bide absürdizm bize iki seçenek sunuyor . İlk olarak hayatın anlamsız olduğunu kabul edeceksin yada bir tanrıya insancıksın ve bir dine yapışacaksın. Absürdizme göre hayat madem bütün çabalara göre anlamsız o zaman absürdizm anlamsız olan bir çabanın, neden çabasını gösteriyor ? Hayattan kopmuş herşeyden vazgeçmiş her noktayı anlamsız gören bir akım o zaman anlamsızlığın tanımını yapabilir mi ? Absürdizm ne kadar haklı yada psikolojik olarak absürdizmin önemi nedir ? Gibi sorular sorarak daha absürdizm hakkında daha fazla Bilgi sahibi olabiliriz


iyi günler...

4 Aralık 2018 Salı

BİZ KİMİZ

Biz kimiz yada ben kimim ? Ben niçin varım? Gerçekte olan ben ile "benim" ne kadar örtüşüyor? Bu gibi temel soruları herkes kendine sorar , belki de ben ve benim gibi sorgulamaktan kendini alamayan ve en ince noktalara bile takıntılık yapan insanlar soruyordur. İnsan ilk olarak " ben kimim " sorusunu sorduğu an kendisini tanımaya yönelik ilk adımı atmış olur. Herkes kendince kendisini tanıdığını ifade eder. Peki ama gerçekte insan kendisini ne kadar tanıyabilir? Bu belki de kişinin kendisini tanımaya yönelik yolculuğunda kendisini bu yolculuk esnasında tanıyabilir. Bir insan bir hayatın bir sürecinde birşeyden hoşlanmadığını , yada birşeylere karşı önyargılı olduğu için belki de en nefret ettiği şeyi tanısa belki de en hoşlanacağı şeyi olur. Şimdi bu durumu ele alırsak ilk başta nefret ettiğinde kişi bu yargıyı kendisini tanıdığını ve bundan emin bir şekilde " nefret" ediyorum dedi. Daha sonra aynı kişi nefret ettiği şeyden hoşlanmaya başlar. Bu eylem kişinin kendisinin tanıdığına yönelik iddiası onu hem yargısıyla hemde kendisini tanıdığına yönelik yanılttı. " insan kendisini ne kadar tanıdığını iddia eder ise bu onu yanıltabilir" aramızda kaç kişi gerçekten kendi benliğinden emin olabilir. Belki de çoğunuz " ben varım işte buradayım" diye cevap verebilir. Doğal olarak varlık benlik olabilir mi ? Yada soruyu biraz açarsak , varlığım benim benliğim olabilir mi ? Varlık bilindiği gibi anti-yokluktur. Ben ise kişiye özgü olan onu tanımlayan kısacası" beni ben " eden kendimin özü diyebiliriz. Peki kendinize sorun bakalım" beni diğer benlerden ayıran" benim" var mı ? Beni diğer benlerden ayıran ben nedir ? Bu soruların türevlerini çoğaltabiliriz. Ben hiç kendim oldum mu ? Bu soruları sorarak kendi benliğinizin yolculuğuna çıkın sizi var eden beniniz ile diğer benlerden ayıran beni bulmaya çalışın insanın kendisini tanıması belki de kendisine yapacağı en büyük iyilik olabilir.


iyi günler...

Suudilerde kadınlar ve gerçekleri(3)

Suudi Arabistan’da yukarıda belirtilen reform hareketleri, Suudi kadının siyasi, sosyal ve ekonomik alanlardaki kısıtlı rolünün değişm...